Son zamanlarda iyi uyumuyorum, ama sözünü etmek istediğim bu değil
tam olarak. Uykuya daldığımı sandığım anda olan bir şey. “Uykuya
daldığımı sandığım” diyorum çünkü aynen öyle. Giderek daha sık uykuda
olduğumu hissediyor ama düşümde odayı görüyorum, yatağımda uyuyorum ve
her şey yatağa girmeden önce bıraktığım gibi. Yerdeki gazete, komodinin
üstündeki boş bira şişesi, çanağının içinde dönüp duran tek balığım,
saçım kadar bana özel şeyler. Çoğu kez, uyanıkken, yatağa uzanmış uykuyu
beklerken, acaba gerçekten uyanık mıyım yoksa uyuyor ve odamı mı
düşlüyorum, diye soruyorum kendime.
Her şey ters gidiyor
son zamanlarda. Üst üste gelen ölümler; kötü koşan atlar; diş ağrısı,
kanama ve diğer sözü edilmeyen şeyler. Bazen, bundan daha kötü olamam,
diye geçiriyorum içimden. Ama sonra, hiç olmazsa bir odan var, diyorum.
Sokakta değilsin. Bir zamanlar umursamazdım sokakta olmayı. Ama
sokaklara tahammülüm yok artık. Çok az şeye tahammülüm var. Vücudumu
iğneyle oydular, neşterlendim, bombalandım hatta. Genellikle yeter
diyorum artik; daha fazlasına katlanamam.
Olay şu: Düşümde
kendimi odamda gördüğümde ya da odamda uyanıkken, bilemiyorum, iste o
sırada bir şeyler oluyor. Dolap kapısının hafif aralık olduğunu fark
ediyorum, oysa biraz önce kapalı olduğundan eminim. Sonra kapının
aralığı ile vantilatörün (hava çok sıcak olduğu için yerde bir
vantilatör var) aynı çizgide olduklarını ve başımı gösterdiklerini fark
ediyorum. Ani bir öfke ile yastığımdan uzaklaşıyorum; öfke diyorum çünkü
beni ortadan kaldırmaya çalışan bu şeylere okkalı bir küfür sallıyorum.
“Adam delirmiş,” dediğinizi duyar gibiyim, delirmiş olabilirim
gerçekten. Ama sanmıyorum nedense. Bu lehime küçük bir artı olarak
yazılabilir. İnsanlarla birlikteyken iyi hissetmem kendimi. Benden uzak
şeylerden söz ediyorlar, benim duymadığım heyecanlar duyuyorlar. Ama
onlarla birlikteyken kendimi güçlü hissediyorum. Şöyle düşünüyorum:
Onlar bütünün küçücük parçaları ile hayatlarını sürdürebiliyorlarsa, ben
de sürdürürüm. Ama yalnız kaldığımda, kendimi bir duvarla, soluk
almakla, tarihle, kendi sonumla kıyaslayabildiğimde bazı tuhaf şeyler
olmaya başlıyor. Zayıf bir adamım ben anlaşılan. İncil’i denedim,
filozofları denedim, şairleri denedim, ama hepsi bir şekilde hedefi
ıskalamışlardı. Tamamen farklı şeylerden söz ediyorlardı. Ben de uzun
süre önce okumaktan vazgeçtim. İçki, kumar ve seks biraz işe yarıyordu,
yaşantımla cemiyetin, kentin, ülkenin bir ferdi gibiydim; ancak tek fark
benim “başarma” isteği duymamamdı. Bir aile istemiyordum, ev
istemiyordum, iyi bir iş istemiyordum. Böyleydim: entelektüel değildim,
sanatçı değildim, sıradan insanı kurtaran köklerden de yoksundum. Arada
derede kalmış bir şeydim, bu da deliliğin başlangıcı olsa gerek. Ve öyle
bayağıyım ki!
Elimi kıçıma sokup kaşıyorum. Basur. Cinsel
ilişkiden daha zevkli. Kanatıncaya kadar kaşırım, acı beni durmaya
zorlayıncaya kadar. Maymunlar yapar bunu, goriller yapar. Onları kanayan
kıçları ile hayvanat bahçesinde görmüşlüğünüz vardır. Ama devam edeyim
izninizle. Garipliklere meraklıysanız cinayet-ten söz edeyim size. Bu
Oda Düşleri, öyle diyelim bunlara, birkaç yıl önce başladı. İlk
seferinde Philadelphia’daydım. Çalışmıyordum, kirayı dert ettiğim için
olmuştu belki. O sıralar sadece şarap ve bira içiyordum, seks ve kumar
da tüm güçleri ile kanıma girmişlerdi. Bir sokak kadını ile yaşamama
rağmen her gece iki-üç farklı erkekle beraber olduktan sonra benimle
seks ya da kendi deyimi ile “aşk” yapmak istemesi tuhafıma gidiyordu…
Etkileniyordum, zorlanıyordum. “Tatlım,” derdi bana, “seni sevdiğimi
anlamalısın. Kadın seni içine alabilir, orada olduğunu sanırsın ama
değilsindir. Seni içime alıyorum.” Pek yararı olmuyordu. Duvarları biraz
daha yaklaştırıyordu sadece.
Bir gece, düşte ya da değil, uyandım
ve yanımda yatıyordu (ya da uyandığımı düşlüyordum) etrafıma bakındım
ve bir sürü küçük adamın bizi yatağa bağladıklarını gördüm. Otuz-kırk
küçük adam, gümüş renginde bir teli yatağın altından geçirip üstümüze
sarıyorlardı. Kadınım huzursuz olduğumu hissetmiş olmalıydı. Gözlerini
açıp bana baktı. “Siss, sessiz ol!” dedim. “Kımıldama! Bizi elektrik
vererek öldürmeye çalışıyorlar!” “KİM BİZE ELEKTRİK VERMEK İSTİYOR?”
“Allah belanı versin, sana sessiz olmanı söyledim! Kımıldama!” Uyuyormuş
gibi yapıp bir süre daha çalışmalarına izin verdim. Sonra var gücümle
doğrulup telleri kopardım. Afallamışlardı. İçlerinden birine bir yumruk
bile salladım. Nereye kaybolduklarını bilmiyordum ama onlardan
kurtulmuştuk. “Bizi ölümden kurtardım,” dedim kadınıma. “Öp beni,” dedi.
Neyse,
günümüze dönelim. Sabahlan kalktığımda vücudumda izler oluyor,
morluklar. Özellikle izlediğim bir battaniye var. Bu battaniye ben
uykudayken canıma okumaya çalışıyor. Bazen uyanıyor, battaniyeyi
gırtlağıma sarılı buluyorum, soluğum kesiliyor. Hep ayni battaniye. Ama
ben bir şey olmamış gibi davranıyorum. Bir bira açıyorum, başparmağımla
Yarış Bülteni’ni aralıyorum, acaba yağmur yağacak mı diye pencereden
bakıp her şeyi unutmaya çalışıyorum. Tek istediğim beladan uzak ve
huzurlu bir hayat. Yorgunum. Bir şeyler hayal etmek ya da uydurmak
istemiyorum. Ama o gece battaniye bir kez daha uyuz etti beni. Yılan
gibi kıvrılıyor, biçimden biçime giriyor, açık durmayı reddediyordu.
Ertesi gece de aynı şey. Kanepenin önüne, yere fırlattım. Sonra
kımıldadığını fark ettim. Başımı her yana çevirdiğimde kımıldıyordu,
inanılmaz bir hızla. Kalkıp bütün ışıkları yaktım, gazete okumaya
başladım, ne olursa, moda sayfası, keklik nasıl pişirilir, bahçenizde
biten yabani otlardan nasıl kurtulursunuz; editöre mektuplar, siyaset
sütunları, küçük ilanlar, ölüm ilanları… Ben okurken battaniye hiç
kımıldamadı. Birkaç bira içtim, sonra gün ışıdı, uyumak kolaylaştı.
Geçen gece olan oldu. Akşamüstü başladı aslında. Uykusuz ol düğüm için
akşamüstü dört sularında yatağa girdim, uyandığımda ya da düşümde
uyandığımı gördüğümde battaniye gırtlağıma dolanmıştı yine, kararlıydı
bu kez! Ayyuka çıkmıştı artık! Beni haklamaya kararlıydı ve güçlüydü, ya
da ben güçsüzdüm, düşte gibi, soluğumu kesmesini engellemek için var
gücümü kullanmak zorunda kaldım, ama üstümden atamıyordum bir türlü,
küçük ama güçlü ataklar yaparak beni gafil avlamaya çalışıyordu. Ter
içinde kalmıştım. Kim inanırdı böyle bir şeye? Canlanıp beni boğmaya
çalışan bir battaniye? Böylesine lanet bir şeye kim, nasıl inanırdı? Hiç
bir şey bir kez yaşanmadan inanılır olmaz -atom bombası ya da Rusların
uzaya insan göndermesi ya da Tanrı’nın dünyaya inip kendi eseri insanlar
tarafından çarmıha gerilmesi. Gelmekte olan şeylere kim inanır? Son
ateş zerresine? Uzay gemisindeki son sekiz-on kadına ya da Nuh’un
gemisine ya da insanlığın yorgun tohumunu başka bir gezegene ekmeye? Bu
battaniyenin beni öldürmeye çalıştığına inanacak adam ya da kadın
nerede? Tek bir kişi bile bulamazsın, lanet olsun! Bu da işleri bir
şekilde daha da zorlaştırıyordu.
Başkalarının hakkımda ne
düşündüklerini umursamadığım halde onların battaniye gerçeğini
bilmelerini istiyordum. Tuhaf, değil mi? Neden acaba? Sık sık intihar
düşüncelerine kapılmama rağmen battaniyenin bana yardımcı olmaya
çalışması direnmeme neden oluyordu. Sonunda mereti yere çalıp bütün
ışıkları yaktım. Bu her şeye bir son verecekti! IŞIK, IŞIK, IŞIK!
Ama
olmadı, ışığın altında bile kıpırdayıp birkaç santim ilerlediğini fark
ettim. Oturdum, gözlerimi üstünden ayırmadım. Yine hareket etti. Yarım
metre ilerledi bu kez. Kalkıp giyinmeye başladım. Ayakkabılarımı ve
çoraplarımı almak için battaniyenin yanından geçtim. Sonra giyindim ve
ne yapacağımı bilemedim. Battaniye kımıldamıyordu artik. Biraz yürümek
iyi gelirdi belki. Köşedeki gazete bayiine gidecektim. Mahallenin bütün
gazete satıcıları entelektüeldi: G.B. Shaw, O. Spengler ve Hegel
okurlardı. Çocuk filan değillerdi: 60, 80, 1000 yasındaydılar. Lanet
olsun. Kapıyı çarpıp dışarı çıktım. Merdivenin başına geldiğimde bir şey
beni kafamı çevirip holün sonuna bakmaya itti. Doğru tahmin ettiniz:
Battaniye beni izliyordu, yılan gibi kıvrılmış, önündeki gölgeli kısımda
baş, ağız ve gözler. Size şu kadarını söyleyim, dehşetin dehşet
olduğuna inandığınız anda daha az dehşete düşersiniz. Bir an için
battaniyemi bensiz kalmak istemeyen yaşlı bir köpek gibi düşündüm,
beni
izlemek zorundaydı. Ama sonra bu köpeğin, yani battaniyenin beni
öldürmeye çalıştığını hatırladım, hızla indim merdivenden. Evet, evet,
peşimden geldi! İstediği gibi hızlanıyordu, basamakları indi. Sessiz.
Kararlı. Üçüncü katta oturuyordum. Aşağı kadar izledi beni. İkinci kata.
Önce dışarı çıkıp koşmayı düşündüm ama dışarısı karanlıktı; geniş
bulvarlardan uzak, sessiz ve tenha bir mahalleydi benimki. En iyisi
birilerinin yanında olmak, durumun gerçekliğini sınamaktı. Gerçeğin
gerçek olabilmesi için en az iki oy gerekiyordu. Yaşadıkları zamanın
ilerisinde olan insanlar bunu bilirler, deliler ve sanrı görenler de.
Bir hayali sadece sen görüyorsan ya aziz derler adama ya da deli. 102
numaralı dairenin kapısını çaldım. Mick’in karısı açtı kapıyı. “Selam,
Hank,” dedi, “girsene.” Mick yataktaydı. Her yeri şişti, bilekleri
normalin iki misli, karnı hamile bir kadının karnı gibi. Çok içiyordu,
karaciğeri iflas etmişti. Su doluydu Mick. Askeri Hastane’de oda
boşalmasını bekliyordu. “Selam, Hank,” dedi, “bira getirdin mi?” “Bak,
Mick,” dedi karısı, “doktorun ne dediğini biliyorsun. Damla bile
içmeyeceksin, bira bile.” “Battaniye neyin nesi?” diye sordu Mick. Aşağı
baktım. Battaniye fark edilmeden içeri girebilmek için koluma
dolanmisti. “Bende bir sürü battaniye var, isinize yarar diye düşündüm.”
Kanepenin üstüne fırlattım lanet şeyi. “Bir bira bile getirmedin mi?”
“Hayır, Mick.”
“Bir bira çok iyi gelirdi.”
“Mick,” dedi karısı.
“Bunca yıldan sonra şak diye kesmek kolay mı sanıyorsun?”
“Peki, bir tane olabilir,” dedi karısı, “bakkala gidip alayım.”
“Gerek yok,” dedim, “ben yukarı çıkıp buzdolabımdan alırım.”
Kalkıp
kapıya doğru yürüdüm, gözüm battaniyenin üstündeydi. Kıpırdamadı.
Kanepeden öylece baktı bana. “Hemen dönerim,” dedim ve kapıyı kapattım.
Her şey kafamın içinde cereyan ediyor, diye geçirdim içimden.
Battaniyeyi yanımda taşımış, beni izlediğini hayal etmiştim. İnsanlarla
daha fazla görüşmeliydim. Dünyam çok dardı. Yukarı çıkıp buzdolabından
4-5 bira aldım, kesekağıdına koyup aşağı inmeye başladım. İkinci kata
vardığımda bağrışmalar, küfürler ve bir el silah sesi duydum. Koşarak
102 numaraya daldım. Mick o davul gibi hali ile ayakta duruyordu, elinde
de 32′lik bir magnum. Battaniye kanepede, bıraktığım yerdeydi. “Mick,
delirmişsin sen!” dedi karısı. “Haklısın,” dedi Mick, “sen mutfağa gider
gitmez bu battaniye kapıya doğru gitti, yemin ederim. Kapının tokmağını
çevirmeye çalıştı, dışarı çıkmak istiyordu. İlk şoku atlatınca yataktan
kalkıp üstüne yürüdüm, yanına vardığımda tokmaktan üstüme sıçrayıp
gırtlağıma dolandı, beni boğmaya çalıştı!” “Mick biraz rahatsız,” dedi
karısı, “ona iğne yapıyorlar. Yan etkileri var, hayal görüyor. İçerken
de görürdü. Hastaneye yatınca düzelir.” “Lanet olsun!” diye bağırdı Mick
pijamalarının içinde çok sis, “bu battaniye beni öldürmeye çalıştı
diyorum size, iyi ki magnum doluydu, dolaba koştuğum gibi çıkardım, yine
saldırdığında sıktım. Sürünerek uzaklaştı. Sürüne sürüne kanepeye
tırmandı, orada duruyor iste. Merminin açtığı deliği görebilirsiniz.
Hayal filan görmedim ben.!
Kapı çalındı. Yöneticiydi. “Çok
gürültü yapıyorsunuz,” dedi. “Saat ondan sonra televizyon ve gürültü
yok.” Sonra gitti. Battaniyenin yanına gittim. Gerçekten de bir delik
açılmıştı üstünde. Battaniye hareketsizdi. Bir battaniyenin can alıcı
noktası nerededir? “Tanrım, bir bira içelim,” dedi Mick, “ölüp ölmemek
umurumda değil.” Karısı üç şişe açtı. Mick ile birer Pall Mall yaktık.
“Hey, moruk,” dedi Mick, “giderken bu battaniyeyi de götür.” “İhtiyacım
yok, Mick,” dedim, “sende kalsın, kullanırsın.” Birasından sıkı bir
yudum aldı. “Bu allahın cezası şeyi buradan götür!” “İyi de, ÖLDÜ, değil
mi?” “Nereden bileyim?”
“Bu battaniye saçmalığına inandığını mi söylüyorsun, Hank?” diye sordu karısı.
“Evet,
bayan.” Başını geriye atıp güldü. “İki kaçık orospu çocuğu tanıyorsam,
sizlersiniz” dedi. “Sen de İçiyorsun, değil mi?” diye ekledi sonra.
“Evet, bayan.”
“Çok mu?”
“Bazen.”
“Tek
istediğim bu Allahın cezası battaniyeyi buradan götürmen!” dedi Mick.
Biramdan büyük bir yudum alıp. keşke votka olsaydı, diye geçirdim
içimden. “Tamam, dostum.” dedim, “madem islemiyorsun, götürürüm.” İyice
katlayıp kolumun üstüne koydum.
“İyi geceler.”
“İyi geceler, Hank. Bira için teşekkürler.”
Merdiveni çıkmaya başladım: battaniyede hayal belirlisi yoktu. Mermi işini bitirmişti belki de.
Odama
girip battaniyeyi iskemlenin üstüne fırlattım. Bir süre oturup izledim.
Aklıma bir fikir geldi. Bulaşık kabını alıp içine gazete kağıdı
doldurdum. Sonra patates soymak için kullandığım bıçağı aldım, iskemleye
olurdum. Battaniyeyi kucağıma alıp bıçağı havaya kaldırdım. Kolay
değildi ama o battaniyeyi kesmek. İskemlede kalakalmıştım. Los
Angeles’in o berbat gece ayazı enseme vuruyordu ve kolay değildi. o
battaniyeyi kesmek. Nasıl bilebilirdim ki? Bir zamanlar beni delice
sevmiş bir kadındı belki de. Battaniye kılığına girmiş benden öç almaya
çalışıyordu. İki kadın düşündüm. Sonra bire indi. Sonra mutfağa gidip
bir şişe votka açtım. Doktorlar sert içkilere takılırsam öleceğimi
söylemişlerdi. Ama gizli gizli onlara karşı çalışıyordum. İlk gece bir
yüksük dolusu. Ertesi gece iki yüksük. Derken… Bir bardak kovdum bu kez
Ölüm değildi rahatsız edici olan, hüzün ve meraktı. Battaniye belki de
beni ölüme, yanına almaya çalışan bir kadındı, ya da bir battaniye
olarak beni sevmeye çalışıyor, bunu nasıl yapacağını bilemiyordu… Mick’i
de beni izlemeye çalışırken onu engellediği için öldürmeye kalkışmamış
mıydı. Delilik mi? Olabilir. Ne delilik değildir ki? Maval delilik değil
miydi? Kurmalı oyuncaklardan farksızdık… Birkaç kez kuruluyorduk, sonra
da güle güle… Ortalıkla dolanıp varsayımlarda bulunuyor, planlar
yapıyor, valiler seçiyor, bahçemizdeki çimleri biçiyorduk… Delilik
tabii, ne delilik değildir ki ?
Votka bardağını bir
dikişte boşaltıp bir sigara yaktım. Sonra battaniyeyi son kez elime alıp
kestim! Kestim, kestim ve kestim, ne olduğu anlaşılamayacak kadar küçük
parçalara kestim onu… parçaları bulaşık kabına koydum, kabı pencerenin
yanına yerleştirdim dumanı üflemesi için vantilatörü çalıştırdım. Kap
alev aldığında ben mutfağa gidip bir votka daha koydum. Döndüğümde
kırmızı ve güzel yanıyordu, eski Bostan cadıları gibi, Hiroşima gibi,
aşk gibi, bütün aşkların içinde bir aşk gibi, ve çok kötü hissettim
kendimi. İkinci bardağı da içtim, hiçbir şey hissetmedim desem yalan
olmaz. Bir tane daha koymak için mutfağa gittim, bıçağı da yanımda
götürmüştüm. Bıçağı lavaboya fırlatıp şişenin kapağını açtım. Lavabodaki
bıçağa baktım yine. Yan tarafında kan izi vardı. Ellerime baktım.
Ellerimde kesik olup olmadığını kontrol ettim. İsa’nın elleri harikulade
ellerdi. Ellerime baktım. Kesik filan yoktu. Çentik bile. Yanaklarımdan
aşağı gözyaşlarının süzüldüğünü hissettim, bacakları olmayan ağır ve
anlamsız şeyler gibi sürünerek. Deliydim. Gerçekten delirmiş olmalıydım.
c.bukowski / büyük zen düğünü
Mucizeye sadece bir kez bakabilirsin ikinci kez baktigin da o artik siradan bir gercektir.
İzleyiciler
24 Şubat 2012 Cuma
23 Şubat 2012 Perşembe
ABYSS
Being alone seems to be a bottomless ABYSS
Sinking to the bottom of the darkest pits..
What you can see only..
Your stupid childhood fears
Seeking a hand to grab your dreams
But never let you wipe out
Your bleeding tears..
Oh mama please come back..
Do not let me fall into this...
Sinking to the bottom of the darkest pits..
What you can see only..
Your stupid childhood fears
Seeking a hand to grab your dreams
But never let you wipe out
Your bleeding tears..
Oh mama please come back..
Do not let me fall into this...
SEN
Yastigimin enseme verdigi rahatlik gibisin...
Yumusak huzurlu ve temiz...
Bazen basim yastiktan kayar ve boynum tutulur,,
Sensiz kalmak boyle bir sey sevgilim...
Yumusak huzurlu ve temiz...
Bazen basim yastiktan kayar ve boynum tutulur,,
Sensiz kalmak boyle bir sey sevgilim...
OLUM
Camdan bakiyorum kar tanelerine
Bir oraya bir buraya savruluyorlar
Sansli olanlari bir evin catisina konuyor
Sanssizlar ise islek bir caddeye...
Sonunda hepsi eriyecekler...
Ne catilarda ne de caddelerde kalacak izleri...
Sadece hafizalarimiz da tatli bir ani olarak kalacaklar...
Dostlarinizi daha sik arayin..sevdiklerinize daha cok sarilin...
Kimimiz bir cati altinda kimimiz sokaklarda
Ama hepimiz mutlaka bir gun eriyip karisacagiz topraga....
Bir oraya bir buraya savruluyorlar
Sansli olanlari bir evin catisina konuyor
Sanssizlar ise islek bir caddeye...
Sonunda hepsi eriyecekler...
Ne catilarda ne de caddelerde kalacak izleri...
Sadece hafizalarimiz da tatli bir ani olarak kalacaklar...
Dostlarinizi daha sik arayin..sevdiklerinize daha cok sarilin...
Kimimiz bir cati altinda kimimiz sokaklarda
Ama hepimiz mutlaka bir gun eriyip karisacagiz topraga....
22 Şubat 2012 Çarşamba
I AM A BLACK MAN FROM TENNESSE...
I am a black man from tennesse
Who wants to settle n be free
I am a black man from tennesse
Whose heart's making anarchy...
Jelaousy is the answer
Shouldn't be...
I am a black man from tennesse
Who came to you
With lots of sympaty
But my sorrow
Never let me be free...
I am a black man from tennesse
Conquer my sadness
Is the key...
Never look back and never repent
Feel the moment
Stop this nonsense torment..
I am a black man from tennesse
Whose heart's aching
Wanna be pain free...
I am a black man from tennesse
Who wants to broke all the chains eternally...
Leave the anguish...
Be as you wanna be...
Don't scare...
Remember the promise
That i was given to you...
Following the first-trace
By making of you...
I am a black man from tennesse
I will always be there for you...
7/23/2011 1.45 A.M
Who wants to settle n be free
I am a black man from tennesse
Whose heart's making anarchy...
Jelaousy is the answer
Shouldn't be...
I am a black man from tennesse
Who came to you
With lots of sympaty
But my sorrow
Never let me be free...
I am a black man from tennesse
Conquer my sadness
Is the key...
Never look back and never repent
Feel the moment
Stop this nonsense torment..
I am a black man from tennesse
Whose heart's aching
Wanna be pain free...
I am a black man from tennesse
Who wants to broke all the chains eternally...
Leave the anguish...
Be as you wanna be...
Don't scare...
Remember the promise
That i was given to you...
Following the first-trace
By making of you...
I am a black man from tennesse
I will always be there for you...
7/23/2011 1.45 A.M
METAFOR
Beynimin kıvrımlarında
İnce bir sızı dolaşıyor ....
Derinden usul usul kemiriyor yanlızlğım...
Kimsesizim...
Sadece bir ben kaldım
Birde kıytırık silüetim...
Gölgem bile çekinir oldu kendimden ...
Issız bir çöl gibiyim şu sıralar
Geceler uzun soğuk ve sessiz ...
Aşk o aşk yokmu o aşk
Aradığında bulamadığın çorabının teki sanki ...
Yalınayak kaldım.... üşüdü ayaklarım
Hep eksik ....
Kaldırım taşları misali yanyanayız
Ama farkındamıyız üzerimize basan o ağır adımların ?
Emin değilim ....
Çekip gitmekte var ama
Nereye ? Nasıl ?
Atlasin ki kadar güçlü değil ki omuzlarım
Taşıyamıyor ağır yükünü bu yavşak dünyanın ...
Vazgeçiyorum ....
Diyebilseydim keşke ...
İnce bir sızı dolaşıyor ....
Derinden usul usul kemiriyor yanlızlğım...
Kimsesizim...
Sadece bir ben kaldım
Birde kıytırık silüetim...
Gölgem bile çekinir oldu kendimden ...
Issız bir çöl gibiyim şu sıralar
Geceler uzun soğuk ve sessiz ...
Aşk o aşk yokmu o aşk
Aradığında bulamadığın çorabının teki sanki ...
Yalınayak kaldım.... üşüdü ayaklarım
Hep eksik ....
Kaldırım taşları misali yanyanayız
Ama farkındamıyız üzerimize basan o ağır adımların ?
Emin değilim ....
Çekip gitmekte var ama
Nereye ? Nasıl ?
Atlasin ki kadar güçlü değil ki omuzlarım
Taşıyamıyor ağır yükünü bu yavşak dünyanın ...
Vazgeçiyorum ....
Diyebilseydim keşke ...
JUST KEEP ON
When you feel lonely
Heart broken and dizzy
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Have nothing to share
Don't have the spare
Fuck the rest of who don't care
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Hidden treasure not far away
Listen to your heart anyway ...
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Close your eyes and feel the pain
Love ıs the healer not a chain
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Is it me or you who have to blame
Can't you see dying our love's flame
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Heart broken and dizzy
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Have nothing to share
Don't have the spare
Fuck the rest of who don't care
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Hidden treasure not far away
Listen to your heart anyway ...
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Close your eyes and feel the pain
Love ıs the healer not a chain
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
Is it me or you who have to blame
Can't you see dying our love's flame
No where to turn
No where to hide
Just keep on and on baby be my side...
KOZA
Kozasina hapsolmus bir tirtilin yanlizligidir senin ki
Zamani gelinceye kadar kalmak zorundasin ...
Kanatlarin cikip , ucmaya basladigin o ilk gun
Ruzgarla tanisacak , rengarenk ciceklerle opuseceksin
Ve kanatlarina yansiyacak askin rengi ....
Zamani gelinceye kadar kalmak zorundasin ...
Kanatlarin cikip , ucmaya basladigin o ilk gun
Ruzgarla tanisacak , rengarenk ciceklerle opuseceksin
Ve kanatlarina yansiyacak askin rengi ....
TIME
Time flies
With the wings of lies...
İllusions covered of our eyes
Silence !
All ı need a bit of silence...
Darkness falling down from the sky
Unborn child has no tears while he cry
Love is the only answer to try
Time flies
With the wings of lies
İllusions covered of our eyes
Silence !
All ı need a bit of silence....
Catch the last leaf
Before hits the ground
Earth travel fast to the Armageddon bound
Wake up Wake up Wake up
Mankind killing the humanity
Souls for sale reason of poverty
İnnocense left us too long ago
All the faces covered wıth dark mascara
Melih Ozgul
Friday, January 6, 2012
With the wings of lies...
İllusions covered of our eyes
Silence !
All ı need a bit of silence...
Darkness falling down from the sky
Unborn child has no tears while he cry
Love is the only answer to try
Time flies
With the wings of lies
İllusions covered of our eyes
Silence !
All ı need a bit of silence....
Catch the last leaf
Before hits the ground
Earth travel fast to the Armageddon bound
Wake up Wake up Wake up
Mankind killing the humanity
Souls for sale reason of poverty
İnnocense left us too long ago
All the faces covered wıth dark mascara
Melih Ozgul
Friday, January 6, 2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)